Coşkun Yılmaz: “Bizim en büyük arzularımızdan birisi de ikinci üniversitenin Trabzon’a kazandırılmasıyla ilçemizin bir ya da iki fakülteye kavuşmasıdır. Onunla ilgili şu an yer hazırlığımız bile var.”Fakülte olmazsa olmazımızdırÇarşıbaşı Belediye Başkanı Coşkun Yılmaz’la ailesini, okul yıllarını ve siyasi hayatını konuştuk. Çarşıbaşı’nda belediyeyi AK Parti’ye kazandıran Başkan Yılmaz, ikinci döneminde ilçenin gelişmesi için mücadelesini sürdürüyor. Yılmaz, 1970 yılında Trabzon’un Çarşıbaşı ilçesi Kadıköy’de gurbetçi bir baba ile ev hanımı bir annenin 5’i erkek, 2’si kız 7 kardeşin ortancası olarak dünyaya geldi. İlkokulu köyünde okuduktan sonra ortaokul ve lise eğitimi için Çarşıbaşı’na geldi. Bu aynı zamanda ilçeyle de ilk tanışması oluyordu Yılmaz’ın… Coşkun Yılmaz, çok küçük yaşlardayken babası gurbet yolunu tutunca epey baba hasreti çeken bir çocukluk yaşadı. Köyde yaşadığı yıllarda annesinin çarşıya gittiği günleri, “İlçemizin pazarı olan cumartesi günleri annemizin çarşıya gidip bize ekmek getirmesini yol kenarlarında dört gözle bekleyen bir çocuktuk.” sözleriyle anlatıyor. Okula 5 km’lik mesafeyi yürüyerek gidip geldiği dönemleri dün gibi hatırlayan Yılmaz, yukarı ki köylerden gelen arkadaşlarıyla birlikte bu yolu yürüdükleri için eğlenceli olduğunu anlatıyor. Lise son sınıfta abisinin muhasebecilik yaptığı yerde daktilo ile yazmayı öğrenen Yılmaz, el sanatlarına olan merakını da yan taraftaki camcı dükkânında gideriyordu. Cam ticareti ile uğraşan bir büyüğünün yanında yardım amaçlı başlayan Yılmaz, artık komşu esnafa yardım etmeye başlamıştı. Onun bu merakı artık bu sanatı öğrenmesine vesile olmuştu. Askerlik döneminin ardından yeniden memlekete dönem Yılmaz, tahsil hayatına devam etmedi. Üniversite mezunu abisinin 6-7 yıl boşta gezmesi onun üniversite okumama düşüncesinde önemli rol oynamıştı. Ve hayat şartları Yılmaz’ı ticaret hayatına yöneltti. Bu arada evlenen Yılmaz, açtığı küçük dükkânla işe başlayıp alın teri ile para kazanma yolunu seçmişti. Evlilik yüzüğünü bozdurarak cam kesme elması alan Yılmaz, “Sermayem parmağımdaki alyanstır.” sözleriyle de bu konuya vurgu yapıyor. Babasının ekonomik durumu iyi olmasına karşın hiçbir zaman bu yolu seçmeyen Yılmaz, kendi emeği ile çalışıp kazanma yolunu seçmişti. Artık para da kazanmaya başlamıştı. Sektör değişip büyümeye başlayınca o da inşaat malzeme işini tercih etti. Ticaret hayatında tanınmaya başlayınca önce sivil toplum kuruluşlarının içinde buluverdi kendisini Coşkun Yılmaz… Önce küçük dernekler, ardından esnaf odası başkanlığı seçimi… Esnaf odası seçimini kaybetmiş olsa da o hiç pes etmedi ve ikinci seçimlere o gün hazırlanmaya başladı. İkinci denemede seçimleri kazandı ardından kooperatif seçimlerini de kazanan Yılmaz için serüven başlamıştı bile. Gençlik yıllarında Anavatan Partisinde yöneticilik yapan Coşkun Yılmaz, gençlik kolları başkanlığı ile siyasete giriş yapmış oldu. Anavatan Partisine girmesindeki en önemli etken ise aile büyüklerinin de bu partiye olan yakınlıklarıydı. Partinin kapanma dönemlerinde ise siyaseti bir tarafa bırakarak yeniden ticaret hayatına ağırlık verdi. Esnaf odasında iken de siyasete mesafeli duran Yılmaz’a AK Parti’nin kuruluşunda da teklifler gelmeye başlamıştı. 2004 yılında AK Parti’nin Çarşıbaşı’nda belediyeyi alamaması bir sonraki seçim ısrarlar üzerine son günü aday adayı olmaya karar verdi. Yılmaz aday gösterildikten sonra iyi bir çalışma dönemi ile de Çarşıbaşı ilçesini AK Parti’ye kazandırma başarısını gösterdi. Tecrübesiz, genç bir isim olarak geldiği belediye başkanlığı görevi esnasında sokakta insanların, “Bu çocuktur, bundan başkan olur mu?” söylemlerine rağmen hiç yılmadan devam etti yoluna. Kendi deyimiyle hizmete susamış ilçesi için ticaretten gelen tecrübesini de kullanarak hiç yorulmadan çalıştı. Çarşıbaşı Belediyesinde ikinci dönemi ve şimdi önüne daha büyük hedefler koyarak devam ediyor yoluna Coşkun Yılmaz… Trabzon’a kazandırılacak olan ikinci devlet üniversitesinin bir fakültesinin de Çarşıbaşı’nda olması gerektiğini düşünen Yılmaz, “Fakülte bizim için olmazsa olmazımızdır. İlçenin ufkunu açacak en önemli projelerimizden biridir.” sözleriyle de bunun gerekçesini açıklıyor. Coşkun Yılmaz, evli ve üç çocuk babası. Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Coşkun Yılmaz kimdir?1970 yılında Çarşıbaşı’nda dünyaya geldim. Çarşıbaşı’nın Kadıköy nüfusuna kayıtlıyım. İlkokulu Kadıköy’de okudum. Sonrasında ortaokul ve liseyi ilçede okudum. Çocukluk yıllarımız köyde geçti.O zaman çok yakın olsa da o günün şartlarında ilçeye inmek zordu ve bize hayal geliyordu. Ancak ortaokul yıllarında ilçeyle tanışabildik. Öncesinde babam Avrupa’da çalışan bir gurbetçiydi. Babamız biz beşikteyken gurbete çıkmıştı. Ve o yıllarda baba hasreti yaşamıştık.İlçemizin pazarı olan cumartesi günleri annemizin çarşıya gidip bize ekmek getirmesini yol kenarlarında dört gözle bekleyen bir çocuktuk. 5’i erkek 2’si kız olmak üzere 7 kardeşiz. Ben tam orta sıradayım.Benim 22 yaşında bir kızım (Üniversite 4. sınıfta okuyor.), 19 yaşında bir oğlum (Üniversite 2. sınıfta okuyor.) var. Seçime 2009’da gireceğimiz zaman o dönem Sayın Başbakan’ımız Recep Tayyip Erdoğan ‘3 çocuk’ diyordu. Ben de beni aday yapmaz diye o dönem üçüncü çocuğumuzu yaptık. Şu anda ilkokul ikinci sınıfa gidiyor. (Gülümsüyor.)HERKES MERKEZE İNME İSTEĞİNDE YA DA ÇOCUKLARINI MERKEZDE OKUTMA ARZUSU VAR, DOLAYISIYLA KÖYLERİMİZ BOŞALIYOR Çocukluğunuz ve okul yıllarınızdan biraz bahseder misiniz? Nasıl bir çocuktunuz?Köydeki okul çok uzak değildi, yakındı ama evde durmuyorduk. Eve de okula da koşa koşa gidiyorduk. Ev ile okul arası 500 metreydi ama biz belki de o mesafeyi 2 kilometreye çıkarıyorduk.Bahçenin dibine iner, oradan (oyun-kavga karışık) fındığın dibine inip öbür fındığın başından çıkar okula giderdik. Arada bir çanta, arada bir de defterimiz kaybolurdu. Eski pantolonumuz yırtılır, kara lastiklerimiz fındıkta kalırdı. Bunları çok yaşadık.O zaman köylerimiz daha kalabalıktı. Şimdi köylere gittiğimizde öğrenci sayısının azaldığını görüyoruz. Mahallelerdeki okullar kapanmaya başlamış hattâ bazıları kapanmış durumda.Şu an bile geçtiğimiz hafta Millî Eğitim Müdürü’müzle konuşuyorum sadece Kadıköy İlkokulunda bizim zamanımızda 200 kişilik bir okul varken bugün ortaöğretimle beraber bu sayı 80’lere kadar düşmüş ve kapanmaya yüz tutmuş. Herkes merkeze inme isteğinde ya da çocuklarını merkezde okutma arzusu var. Köylerimiz boşalıyor.BUGÜN BİLE KÖYE ÇIKTIĞIM ZAMAN ŞU HÂLİMLE MEYVE AĞACINA ÇIKTIĞIM OLUYOR Orta hâlli bir ailenin çocuğuydunuz. Babanız ilkokul döneminizde Almanya’daydı. Ekonomik sıkıntı çekmiyor olmalıydınız… Köyde meyve yok muydu da annenizin çarşıya gittiği zamanlarda meyve bekliyordunuz, nasıl bir köy hayatıydı?Tabii köyde hangi bahçede meyve varsa bizim gözüyle bakıyorduk. Ben de meyve hastasıydım. Şu anda bile çocukluğumda kimin bahçesinde armut, elma, erik varsa hepsi gözümün önünde.Bugün bile köye çıktığım zaman şu hâlimle meyve ağacına çıktığım oluyor. Mesela şu dönemde erik oluyor. Kimin bahçesinde hangi erik var, eğer kesmemişlerse yerini biliyorum. Yeri şu an gözümün önünde.O çocukluğumuzda çıktığımız Hacı Ali’nin can eriği vardı. Biz giderdik o üstten aşağıya taşlardı. O koşup gelene kadar biz alacağımızı alıp kaçardık. Eriğin 200 metre kenarında mesela rahmetli Bekir Hoca’nın beyaz kirazı vardı.Şu anda onun da zamanı yakın ama kiraz ağacını kestiler.15-20 gün önce köye gittim. Bir armut ağacı vardı. Armut bambaşka bir armut. Komşumuz rahmetli Sami Usta vardı. Oğluna, “Abi, sizin eski evin kapısındaki armudun devamıdır bu, dalını oradan ben kırdım. Hasan Paşa aşısını 20-30 sene önce ben yaptırdım.” dedim. “O çocuklukta nasıl yaptın?” diye sorunca, “Abi sizin armudu hep ben çalıyordum, bari bir dal kırayım da bizim kapıda da bir tane olsun.” dedim. İşte çocukluğumda çaldığım Sami Usta’nın armudunun devamı… İnşallah bir ay sonra olgunlaşacak. Benim böylesine bir meyve hastalığım var.YAKLAŞIK 5 KM YÜRÜYEREK ORTAOKUL VE LİSEYE GİDİP GELİYORDUK Bu gün, ilkokuldaki çocukluk arkadaşlarınızdan ne kadarıyla buluşabiliyorsunuz?Tabii o dönem bizim köy kalabalıktı. Şimdi araba işi, servis işi var. Biz o zaman yaklaşık 5 km yürüyerek ortaokul ve liseye gidip geliyorduk. Köyde bizim öğrenci grubu kalabalıktı. Hattâ sınıfın üçte biri bizim köydendi.Hep beraber güle oynaya gelip güle oynaya gidiyorduk. Arkadaşlarımızın bir kısmı burada, onlarla sürekli görüşüyoruz. Ama gurbete gidenler var, onlar yaz aylarında geldiğinde az da olsa o günleri yâd ediyoruz. Ama hemen hemen hepsiyle görüşüyoruz.Ortaokul yıllarına gelelim… Ortaokulda Çarşıbaşı ilçesi ile tanıştınız, o günleri anlatır mısınız bize?Söylediğim gibi okula yürüyerek gidip geliyorduk. Bazenokula sabahları aç karnına gidiyorduk. Mesafe 5 kilometreydi ama biz ilçeye yakın bölümündeydik, bizden yukarıda olan arkadaşlar da vardı. Yukarıdan ilk gelen arkadaşımız uğraya uğraya diğer arkadaşları ala ala geliyordu. Bizim orada grup artıyordu.O yıllarda şehre inme bize 5 dakika gibi geliyordu. Eğelene eğlene hattâ bazen örneğin 23 Nisan ve 19 Mayıs’larda provaya gelip, öğlene kadar prova yapıp, öğleden sonra devam edecek provada bir iki kez köye öğlen arası yemeğe gidip bir daha aşağıya döndüğümü biliyorum. Mesela 1,5 saat ara veriliyordu. O arada parasızlık nedeniyle biriki defa bunu yaptığımızı iyi hatırlıyorum.Özellikle kış aylarında sorun olmuyor muydu? 5 km mesafe ciddi bir yol değil mi?Zaman zaman ıslanıyorduk. Bizim Selametli bir hocamız vardı: Lütfi Hocamız. Dört yol ağzında toplanma yerimiz vardı. Bazen orada bekliyordu bizi. Biz de gelene kadar sırılsıklam oluyorduk. Okula böyle gidiyorduk.Birkaç defa bizi geri gönderdiğini de biliyorum. Sobanın başına toplanıp ısınıyorduk ama o hâlimize gönlü razı olmuyordu. Şemsiye de olsa bazen sert havalarda bu şekilde geri döndüğümüzü biliyorum.ABİM İNŞAATLARA CAM TAKMAYA GİTTİĞİNDE BEN DE ORADA BİR İKİ CAM KESMEYE BAŞLADIM…Sonrasında esnaflık mı başladı?Lise son sınıflara doğru abim bir faaliyette bulunuyordu. Daha doğrusu muhasebecilik yapıyordu. Onun yanında ufak tefek daktilo öğrendim. El sanatlarına meraklıydım. Yan tarafta bir camcı dükkânı vardı. Bir abimiz orada cam ticareti ile uğraşıyordu. Bazen daktilo ile bazen cam elması ile oynuyorduk.Abim inşaatlara cam takmaya gittiğinde ben de orada bir iki cam kesmeye başladım. Gelen müşterilere kesip satıyordum. Yani komşuya yardım amaçlıydı. Derken o sanatı öğrendik. Ondan sonra askerlik yılları geldi. Askere gittim, dönüşte üniversite okumadım.Ekonomik durumunuz iyi olmasına rağmen neden üniversite okumayı tercih etmediniz?Köyde bir grubumuz vardı, biraz da haylazdık. Benim çocuklar da küçükken yaramazdı, büyüdükçe daha uslu oluyor. O zaman biraz yaramazlık vardı bizde. Aslında abim de o yıllarda üniversite bitirmiş, iktisat-işletme okumuştu.Bugün belki bu bölümü bitirenlerin boşta olan sayısı çok ama o zaman iyi bir bölümdü. Abim okulu bitirince 6-7 yıl gezdi. Ben lise son sınıftaydım. Esasında normalde sınavlara giriyordum, deneme sınavlarında da iyi puan alıyordum. Buna rağmen abimin boşta olmasından çok etkilendim. Okumamamda çok etkisi oldu. Hattâ bana, “Ben okudum, geziyorum, sen ne yapacaksın?” diyordu. O günkü psikolojik durum buydu.Zaman zaman sohbetini yapıyoruz. Biraz da onu kötü örnek almış oldum. Onun da etkisi var tabii. Aslında iyi bir bölümü kazanacak kadar puan da almıştım. Ama onu öyle örnek alınca öyle bir eksiklik yaptık. Bugün pişman mıyım? Elbette pişmanım. Ondan sonra ticaret hayatı başladı.Ne yapalım, “Ya bir işe gireceğiz ya da ticaret yapacağız” diye düşündüm. İş şansı olmayınca ufaktan ticarete başladım. Kendi işyerimi açmadan önce arkadaşın yanında çalışıp sanat öğrendim. Usta-çırak ilişkileri şeklinde başladı. Derken askerliği yapıp geldik. Sonrasında bir evlilik macerası sinyalleri vardı ve evlendik.Ben cam dükkânında dururken eşim de balkondan bana bakıyordu. Öyle ufaktefek bakışmalar oldu ve derken iş ciddiye döndü ve çok fazla uzatmadan evlendik. Her ne kadar babamızın durumu iyiyse de evlendikten sonra baba parası yeme şansım olmadı. Vicdanım elvermedi o işe. Bir de ayrı ev kurduk, baba parası tersti bana. Ufak bir dükkân açalım diyerek yola çıktım ve küçük bir dükkânla işe başladım. Kimseden para istemedim. Tamamen alın terimle başlamıştım.BENİM SERMAYEM PARMAĞIMDAKİ ALYANSTIR Şu parmağımdaki alyansa bile ihtiyacım vardı o yıllarda. Onu bozdurarak cam kesme elması aldım. Benim sermayem parmağımdaki alyanstır. Bunu hiç unutmam. Onunla başladım. Trabzon’un da tanınmış esnaflarından tanıdığımız bir camcıdan cam alıyorduk. “Abi bir aylık satıyorsan bana bir iki ay taksit yap.” dedim. Sağolsun onu da yaptı. Yani dükkânda ilk cam kestiğim müşterimi, ondan aldığım parayı, ilk cam taktığım evi hatırlıyorum. Çünkü o yıllar zordu.Belki o anda babama söylesem elimizden tutacak ama söylediğim gibi; evlendikten sonra bana ters geldiği için söylemedim. Bir cam, iki cam, bir daire, iki daire derken yavaş yavaş para kazanmaya başladık. Bir dilim ekmeği akşam yiyecekken yarısını yiyip yarısını sabaha bıraktığımızı biliyorum.EŞİMİN BİR SOĞANIN YARISINI YEMEĞE KESİP DİĞER YARISINI YARINA BIRAKTIĞINI BİLİYORUMEn ucuz neydi? Soğan… Eşimin bir soğanın yarısını yemeğe kesip diğer yarısını yarına bıraktığını biliyorum. Onun da çok katkısı oldu. Derken ufak tefek para kazanmaya başladık. O sırada çocuklar dünyaya geldi. Ve bugün 3 çocuk sahibiyiz.Cam işi yavaş yavaş ısıcam olmaya ve plastik doğramacılar artmaya başlayınca büyümek gerekiyordu. Ya o işi geliştirecektim ya da farklı inşaat malzeme işine girecektim. Ben de farklı inşaat malzeme işini tercih ettim.Camın yanına boya aldık, boyanın yanına hırdavat malzemeleri... Derken camcılık dükkânda yavaş yavaş bitmeye ve inşaat malzemecisi olmaya başladık. Ama tabii ki kendi çapımızda, öyle büyük devasa değil. Gözümüzde çoğu da yoktu. Çark dönsün yetiyordu. Ben kazandım, vatandaşımız kazandı. Gariban vatandaşımıza ev yapmada elimizden gelen kolaylıkları sağladık. Belki bugünlere gelmemizde onların da büyük katkısı oldu.Sivil toplum örgütlerine geçişiniz oradan mı başladı? Yani esnaflıktan mı?Ticaret portföyü genişledi. Güzel müşteriler olmaya başladı. Yani ilçede güzel hizmet yaptık, para kazandık, müşteri arttı, arkadaşlık arttı, çevre arttı derken kendiliğinden sivil toplum kuruluşlarına girme şansımız otomatikman açıldı.Belki ilk başlarda böyle bir düşüncemiz yoktu ama bu şartlar bir şekilde oluşuyor. Ufak tefek derneklerde başladık. Sonra esnaf odası başkanlığı ile bu serüvene girmiş olduk. Bir esnaf odası başkanlığı seçimine girdim, daha gençlik yıllarımızdı. Seçime birkaç gün kala başladı, girdim ve kaybettim. Birkaç gün kalmıştı, şartlar öyleydi. Başka bir gruba eklendik. Esasında benim o anda başkanlık niyetim yoktu ama bizim tarafımıza yıkıldı.O seçimi kaybedince ikincisi için hazırlanmak gerekiyordu. Derken yeni seçim yaklaştı. Ve girdiğimiz o seçimi aldık. Ondan sonra kooperatif seçimini de almak gerekiyordu, onu da aldık. Yavaş yavaş serüven devam etti.Önünüze siyaset çıktı, siyasi beklentiniz var mıydı?Bu seçimlere girmeden önce gençlik yıllarımda Anavatan Partisinde bir süre yöneticilik yaptım. Gençlik kolları başkanlığı ile siyasete de giriş yapmış oldum. Bir anlamda kendisine çekmişti bizi.ESNAF ODASI BAŞKANI OLDUKTAN SONRA SİYASETTEN UZAK KALALIM DEDİK. ÖYLE DE DAVRANDIKAnavatan Partisine girerken daha çok Özal’ın muhafazakâr anlayışı mı sizi cezbetti? Niye bir sol partide ya da bir başka partide değil de Anavatan Partisinde oldu?Esasında o yıllarda yani 22-23 yaşlarında siyasete çok aşina değildik. Belki dünya görüşümüz o kadar da açılmamıştı. Baktım dedem Özal’a hasta, baktım amcam Özal’a hasta... Diyelim ki aileden gelen bir şey. Tabii biz de Özal’ı o yıllar tanıdıkça sevdik. Ticaret olarak da işin içindesiniz.Sohbetler falan derken bizde de Özal hayranlığı oluştu ama aileden gelen bir Özal hayranlığı da vardı. Derken orada başladı. Ben esnafla alakalı sivil toplum örgütlerine girdikten sonra zaten Anavatan Partisinin de son dönemleri geldi. O dönem oradaydım yine. Ama en son kapanma dönemlerinde sivil toplum örgütlerinde olduğumuz için siyaseti bir tarafa bıraktık ve hiçbir partiye girmedik. Yani partisiz bir ticaret yaptık. Esnaf odası başkanı olduktan sonra siyasetten uzak kalalım dedik. Öyle de davrandık.AK Parti ile tanışmanız size teklif edilen belediye başkanlığı sürecinde mi başladı?Esasında ilçede AK Parti’nin teşkilatlanması yapılırken arkadaşlar bana da“Beraber olalım.” diye teklif ettiler. Ben, “Siyasetin içerisinde olmayacağım.” demiştim. Ve o dönem girmedim. İşin doğrusunu söylemek gerekirse düşünmüyordum. Ama karşı da durmadım. Nihayetinde yeni oluşan bir parti, ilçede bir yönetim vardı. Uzak da yakın da değildim. Süreç öyle devam etti.2004’te AK Parti burada belediyeyi alamamıştı. 2009’da almak istiyordu. Birkaç aday adayımız vardı ama sokakta arkadaşlarımız bana “Coşkun bu işe gir.” dediler. Ben yine de düşünmüyordum. Hattâ ilçe başkanımızla seçim süreci yaklaşmadan 6-7 ay önce sohbet etmiş; bana “Düşünür müsün?” diye sorduğunda ben yine düşünmüyordum. Ama sular yavaş yavaş ısınmaya başlayınca, esnafımızdan ve vatandaşımızdan “Bu işin içine gir.” şeklinde telkinler geldi.Yok dedik, o dedik bu dedik ama baktım ben kaçıyorum, o bir yerden geliyor. En son aday adaylığının son günü, 31 Aralık akşamı saat 5 buçukta ben aday adayı oldum. Yani son anda. Sayın İlçe Başkanı’mız Zekeriya Karaçengel’di. O gün onunla görüştüm ve “Parti adayı neye göre belirlenecek?” diye sordum. İl Genel Meclisi üyemiz İbrahim Öztürk, parti büyüğümüz ve abimiz olarak onunla görüşüp aynı şeyi sordum. Onlar da kriterleri söyledi. Ben de birkaç arkadaşla istişare yaptım. Eşim de o gün böyle bir şeye kalkışmamamı istedi. Derken saat 5 buçuklarda ben aday adayı oldum. İki üç aday adayı arkadaşımız daha vardı ve bir iki aylık süreç sonunda açıklandı ve aday oldum. Güzel bir seçim çalışması ile de Çarşıbaşı Belediyesini AK Parti’ye kazandırdık.ANKARA’DA BİR İŞ İÇİN GİTTİĞİMDE ON DAKİKA ASANSÖR BEKLEMEKTENSE BEN ONUNCU KATA MERDİVENLERİ KOŞARAK ÇIKTIĞIMI BİLİYORUMYaklaşık 7 yıldır (2009-2016)belediye başkanlığı yapıyorsunuz. Bu süreçte nereden nereye geldiniz?Esasında hiçbir belediye tecrübemiz yoktu. Normalde en büyük sıkıntıyı şurada çektim: Belli bir kesim “Bu işi gençler yapar.” derken tabii şu an 7 yıl geçti daha gençtik, şu an yıprandık, o zaman daha diri duran bir delikanlıydık. Bu süreçte sokakta, “Bu çocuktur, bundan olur mu?” gibi söylemlerle de karşılaştık.Bu dezavantaj mı yoksa avantaj mı diye çok düşündüm. Ama şuna karar verdim ki gençliğin müthiş avantajını yaşamışım. Kesinlikle böyle. Daha dinamik, daha enerjiksin. Kolay yorulmuyorsun.Ankara’da bir iş için gittiğimde on dakika asansör beklemektense ben onuncu kata merdivenleri koşarak çıktığımı biliyorum.2009’da yıkılmış bir belediye. İlçede yatırım anlamında çok bir şey yapılmamış, vatandaşın bu manada beklentisi çok yüksekti. Toplumsal hizmet yoktu.Allah’a şükür şu an özellikle gurbetten gelen vatandaşlarımızdan eksiklerimiz de olmasına karşın birkaç yıl gelmedikten sonra ilçeyi tanıyamadığını söyleyenler oluyor. Hizmete çok susamış bir ilçeydik. Belediye, personel, iş makinası anlamında her şey eksikti.Önce belediyenin içerisine bir çekidüzen verdik. Acil ihtiyaçları tespit ettik, bu arada mali durum da çok önemliydi. Çok borcumuz vardı. 17 milyon ki bu ciddi bir rakamdı. Orhan abi de Trabzon Belediyesini almıştı. Borç 85 milyon.Ben bir sohbette, “Orhan abi nüfus 300 bin, bizim nüfus o zaman ilçe merkezi 7 bin 800. Borçları da belediyeleri de değişelim.” demiştim. İyi bir borçtu, bütçemizin 5-6 katıydı. Borçla ilgili önce piyasaya olan borçları temizlemeyi yani rahat etmeyi hedef aldım.Ticaretten de bir tecrübemiz vardı. Hiç unutmuyorum, seçimden sonra koridordan arı kovanı gibi bir uğultu geliyor. Kapıyı açıp baktım, sanki bizim Trabzon sanayisinin bütün ustaları orada. “Arkadaşlar hayırdır!” dedim. Hepsi para almaya gelmiş. Bir borç batağı.Önce yavaş yavaş onlardan arındık. 100 bin lira borcumuz olan esnafımız da burada, bin lira borcumuz olan da. Önce borçları ufaktan alıp temizledim. Borcumuz fazla olanları taksit taksit ödeyelim derken rahat bir nefes almaya başladık. Borçları taksitlendirdik, ondan sonra yavaş yavaş ilçedeki ihtiyaçları tespit ederek aciliyetine ve mali durumumuza göre yapmaya başladık.Belediyenin önüne baktığımızda, böyle bir park görüntüsü yoktu. Bir ev hanımının dışarıda oturup çay içeceği, dondurma yiyeceği bir yer yoktu.Şurası insanlarımızın önünü açan yer oldu. Topu topu iki dönüm bir yer ama bizi öyle bir rahatlattı ki -müthiş bir ihtiyaçtı- yapıldıktan sonra anladık.Sosyal manada daha önce sahilde bir park yapmıştık. Orası da keyif aldığımız bir parktı. Çarşıbaşı’nda içme suyumuz bile yoktu. Çok ciddi bir içme suyu projesi yaptırmıştık. Bugün TİSKİ’ye devretmişsek bile yaklaşık 50 milyon liralık bir yatırım. Akşam da TİSKİ Genel Müdürü’müzle sohbet ederken müteahhidimiz de geldi: “Biz bu sıkıntıları çektik…Köy, dağ, tepe, bir ay bile tahsilatı yapamadan, musluklardan su aktı suyu aldınız. Bari biriki ay es geçseydiniz.” diye espri de yaptık. İlçede güzel işler yaptık diyelim. Ki 2009’dan sonra vatandaşımız sağ olsun bizi ikinci dönem yine belediye başkanlığına taşıdı.OLMAZSA OLMAZLARIMIZDAN BİRİSİ ARTIK FAKÜLTE. YERİMİZ BİLE HAZIRTrabzon’a ikinci devlet üniversitesi geliyor. Çarşıbaşı olarak hazırlığınız ve beklentiniz nedir?Bizim en büyük arzularımızdan birisi de ikinci üniversitenin Trabzon’a kazandırılmasıyla ilçemizin bir yada iki fakülteye kavuşmasıdır. Onunla ilgili şu an yer hazırlığımız bile var.Geçtiğimiz yıllarda bir dernek kurduk. Dernekle ilgili geçtiğimiz günlerde ilçede olabilecek yerlerin haritasını, imar durumlarını çıkarttık. Güzel yerlerimiz var. Alternatifler var. Gelince onların da beğenebileceği, bizim ilçemizin de kabullenebileceği yerler tercihimiz olacak tabii. Yer sorununu çözdükten sonra olmaması için bir engel görmüyoruz. Çünkü gerek Sayın Bakan’ımızın gerek Büyükşehir Belediye Başkanı’mızın, gerek İl Başkanı’mızın gerekse siyasilerimizin bu işe desteği var. İlçemiz bu işle tanışacak. Olmazsa olmazlarımızdan birisi artık fakülte. Yerimiz bile hazır.BÜYÜKŞEHİR’İN YAPILANMA SÜRECİNİN HER YIL DAHA İYİYE GİTTİĞİNİ, İLÇELERE AÇILIMININ HİZMET ANLAMINDA DAHA İYİ OLDUĞUNU GÖRÜYORUZBüyükşehir ile ilişkileriniz nasıl, bundan sonra nasıl bakıyorsunuz?Büyükşehir olurken çok tartışıldı. Arsin-Mersin, Trabzon’un bütünü büyükşehir, bütünşehir çok tartışıldı. Bu süreçleri siz de çok iyi biliyorsunuz. Arsin-Mersin diye tartışılırken biz de bu işin içerisinde olalım diye uğraş verdik.Bizim gibi Vakfıkebir de Beşikdüzü de uğraş veriyordu. Büyükşehir olduktan sonra sancı çektik mi? Çok sancı çektik açıkçası. Yeni bir yapılanma olmuş, köylerden, dağlardan aşağıya ilçe belediyelerine hizmet anlamında verilmiş tam anlamıyla Büyükşehir açılmamışken bir anda ilçe belediyelerinin buralara hizmet götürme şansı, olan imkânlarının da elinden alınmasıyla ilçe belediyeleri zorluk yaşamaya başlamışken bunları yapma şansı da hâliyle azalmış. Bizim insanımız da sabırsız… “Büyükşehir oluyoruz, büyük hizmetler alacağız” beklentisine düşmüşken özellikle ilk bir yılda bunlara kavuşulmamasının acısını onlar yaşarken biz daha çok yaşadık. Açık ve net. Bunu kimse inkâr edemez.Tüm toplantılarımızda gerek Büyükşehir Belediye Başkanı’mıza gerek siyasilerimize, Başbakan’ımıza kadar bu serzenişimizi ilettik. Bununla ilgili Yasa’da bir düzenleme bekliyoruz. Zannediyorum öyle bir çalışma devam ediyor, olacak. İlk bir yıldan sonra ikinci yılla beraber bu sancıların azaldığına şahidiz. Büyükşehir’in yapılanma sürecinin her yıl daha iyiye gittiğini, ilçelere açılımının hizmet anlamında daha iyi olduğunu görüyoruz.Sizin de yasayla desteklenmeniz açısından ihtiyacınız var…Kesinlikle... Çünkü bakıyoruz, şurada 15 km ötede Giresun’un Eynesil ilçesi. Merkez nüfuslarımız hemen hemen aynı iken ben bugün coğrafya anlamında Eynesil’in on katına bakarken, aldığım para Eynesil’den az. Yaşadığım sıkıntıyı anlatmak istiyorum. İki yıl önce büyükşehir olduk. “Büyük paralar gelecek, büyük hizmetler yapacağız” merakını taşıyan belediye başkanı olarak mart oldu, nisan başında gelen parayı bekliyoruz. Gözüm ekranda. O gün para gelince bir mesaj geldi: “Paranız geldi.” diye. Muhasebe müdürüne tahminen ne kadar para geldiğini sordum: “Başkan’ım 500 bin lira gibi.” dedi. Ben de “Çok atıyorsun, biraz daha iyimser ve objektif ol.” dedim. Bu kez, “400 bin.” dedi. Bir baktık 34 bin lira para gelmiş.Komşu belediye başkanlarını aradım. Daha kimse bakmamış, bakıp parasını öğrenen beni arıyor, bir yanlışlık mı var diye. Eynesil’i aradım. Eynesil’e 480 bin lira gelmiş. “Abi yanlışlık oldu, bizim para size, sizin para bize geldi herhalde.” dedim. Neyse bir yanlışlık oldu, bir düzenleme yapıldı. Biz biraz daha desteklendik ama yine 34 bin iken belki o anda 130’a tamamladılar onu.Biz daha önce sadece Çarşıbaşı merkezine bakıyorken aldığımız parayı yine almadık hattâ daha da az aldık. Bugün iş makineleri kırsalda çalışırken günde en az 5 bin lira mazot parası vermek zorundasın. 20 gün çalışsa 100 bin lira yapar. Bunu her ilçe belediyesinin vermesi zor. Bu sıkıntıları yaşarken eğer yasal bir düzenleme bu işte bizi tatmin etmezse Büyükşehir kollarını açtığı an bu sancıları giderecek olan Orhan abi. Tüm güç sevgili Orhan abide. O bizi desteklerse bu işin altından ancak kalkarız yoksa bu sancılar artarak devam eder.İLÇE BELEDİYELERİ KESİNLİKLE YASAL BİR DÜZENLEME İLE DESTEKLENMELİ. YOKSA ŞU ANDAKİ PARAMIZLA ANCAK ÇÖP TOPLARIZ Ama vatandaşın bu konudaki serzenişleri devam ediyor değil mi? Sorun hâlâ çözülmedi…Devam ediyor ama önümüzdeki hafta Büyükşehirden beton ihalesi yapıldı ve asfalt dökümüne başlanacak. Geçen yıldan daha iyi olacak. Bir büyük proje çalışıyoruz, onu yapacak. Belki geçtiğimiz yılların acısını çıkartacağız. Büyükşehir’in payları artmış veya azalmış, bu bizim için ikinci planda. İlçe belediyeleri kesinlikle yasal bir düzenleme ile desteklenmeli. Yoksa şu andaki paramızla ancak çöp toplarız, başka şansımız yok.Coşkun Bey teşekkür ediyoruz.Böylesine güzel bir projeye imza attığınız için biz teşekkür ediyoruz.